Toplumsal Bellek: Demokrasi İçin Bir Devrim

Toplumsal bellek çalışmalarının ilk amacı, bilhassa Holocaust’tan (Yahudi Soykırımı) kurtulanların tanıklığına başvurarak, yaşananların tanıkların ve/veya mağdurların gözünden anlatıldığı bir ses ve görüntü arşivi oluşturma olmuştur. Sözlü tarih çalışmalarıyla başlayan ve toplumsal bellek çalışmalarıyla devam eden bu yeni odak, zamanla farklı tarihsel süreçlerde ve iktidarların kitlelere yönelik politikalarıyla hayatları mağdurların deneyimlerine ve yaşadıklarına yer verecek biçimde genişletilmiştir. Nitekim geçmişle hesaplaşma konusunda önemli bir veri kaynağı oluşturulmasına imkân sağlayan bu genişlemeyle -ki bir anlamda genişlemeyle kastedilen demokratikleşmedir- birlikte toplumsal bellek çalışmalarının bir diğer amacı olan geleceği geçmişin travmalarından arındırarak, yani bu travmaları iyileştirerek, kurma girişimi söz konusudur. “Toplumsal Bellek: Demokrasi İçin Bir Devrim” başlıklı bu makalede toplumsal bellek çalışmalarının demokrasi, demokratlaşma ve demokratikleştirme süreçleriyle nasıl bir ilişki içinde bulunduğu analiz edilmektedir. Çalışmanın temel sorunsalı, teorik düzlemde farklı toplulukların geçmişlerini birbirlerinden ve resmi anlatılardan farklı hatırlama nedenleri ve bu farklı hatırlamaların sesli olarak dile getirilemediği durumların bir demokrasi problemi olarak görülüp görülemeyeceğidir. Burada ikircikli bir ilişkiden söz ediyoruz: Hem toplumsal bellek ulus devletlerin demokratikleşmesinde itici bir güçtür, hem de toplumsal belleğin akıbeti ulus devletlerin demokratik niteliğine ve potansiyeline bağlıdır. Çalışmanın “farklı hatırlama” sorunsalı kapsamında toplumsal bellek ve demokrasi ilişkisi iki dönemde incelenecektir. İlk dönem, ulus devletlerin homojen ulus tasavvuru bağlamında türdeş bir hatırlama kültürü olarak ortaya koydukları resmi tarih yazımlarına ilişkindir. Bir ‘’iktidar belleği’’ olarak da ifade edilebilecek resmi bellek anlatılarının içerisinde hangi olayların, nasıl bir bağlamda ele alınacağına ulus devletler karar vermektedir. Kararsa ulus devlet tarafından ulusun nasıl homojen hayali bir cemaat olarak kurgulandığıyla yakından ilgilidir. Bu bağlamda ulus-devletlerin kendi resmi tarih anlatıları dışında farklı herhangi bir geçmiş anlatısını kabul etmeyip, yok saymalarının konu alınacağı bu ilk dönem, ulus-devlet tarafından farklı bellek anlatılarına karşı bir sessizlik-bastırma dönemi olarak ele alınacaktır. İkinci dönem, resmi bellek anlatılarının ya aşınarak eski cazibesini kaybetmesi ya da bu türden alternatif bellek anlatılarının da yürürlükteki söylemlere dâhil edilmesi nedeniyle toplumsal ve siyasal belleğin yeniden kurulmasıyla sonuçlanan birçok seslilik süreci olarak ele alınmaktadır. Bu dönemde, ulus devlet belleği, bu farklı hatırlayışları bünyesine dâhil ederek, resmi bellek anlatılarının zenginleştirilmesine fırsat sağlaması bakımından demokratikleştirilme sürecine fırsat sağlamaktadır. Dolayısıyla bu ikinci dönem, demokratikleşmenin kriterlerinden olan ‘’geçmişle hesaplaşma-yüzleşme ve kolektif travmaları iyileştirme’’ amaçları çerçevesinde incelenmektedir. Bu analizin en önemli araçları olarak ‘’geçiş dönemi adaleti (transitional justice- GDA) ve hakikat komisyonları’’ örnekleri seçilmiştir. Son bölümde ise, AKP döneminin Türkiye için neden geçmişle demokratik bir hesaplaşmayı başaramadığı, kısacası neden geçişsiz geçiş dönemi adaleti (non-transitional justice- GGDA) dönemi olamadığı ele alınmaktadır.