Söylemin Düzeninden Bedenlerin ve Nüfusun Yönetimselliğine COVID-19 Süreci

Dünya Sağlık Örgütü tarafından Mart 2020’de küresel sağlığı tehdit eden bir salgın olduğu ilan edilen COVID-19’un kontrol altına alınması ve önlenmesi için devletler başta olmak üzere tikelden tümele -bireylerden, sivil toplum kuruluşlarına veya uluslararası örgütlere- çeşitli iktidar yapıları çeşitli tedbirler almış, uygulamalar devreye sokmuştur. Bu uygulamalar arasındaki olağanüstü haller, sokağa çıkma kısıtlamaları, hareket ve dolaşım kısıtları vb. gündelik yaşamı askıya alan etkileri itibariyle sosyopolitik arenayı etkileyen siyasi-idari prosedürler olarak belirmiş, bu prosedürlerin sonucu ve tamamlayıcısı niteliğindeki evden çalışma süreçleri ile sosyal-kültürel yaşamı tümüyle evden idame ettirme zorunluluğu hem bireyler hem toplumlar açısından yeni sayılabilecek deneyimler doğurmuştur. Tüm bunlar bir taraftan egemen iktidar yapılarının zorunluluk, işlev ve görev tanıları içindeki nüfuz alanlarını, bir taraftan da bu nüfuz alanlarının kapsamı içine giren toplum ve birey kategorilerinin maruz kaldığı ya da tepki verdiği iktidar akışlarını yeniden tanılamaktadır. Son derece dinamik olan bu süreç, Michel Foucault’ya ait temel perspektif ve kavramlarla yola çıkmaya hayli elverişlidir. Zira bir dizi çalışmasında bilgi-iktidar-özne arasındaki ilişkileri tarihselleştirerek okuyan Foucault, COVID’e ilişkin tartışmalara doğrudan temas edecek tıp-siyaset-hukuk ilişkisini analiz edebileceğimiz bir çerçeveye sahiptir. Nitekim elinizdeki çalışma da salgının billurlaştırdığı söylemler ve bu söylemlerin inşa ettiği özneleştirme biçimlerini; beden terbiyesine dönük anatomo-politik prosedürlerle nüfusun yönetimselliğine dönük biyopolitik uygulamaları ve tüm bu iktidar pratiklerinin Foucaultcu yönetimsellik anlayışıyla yorumlanmış politik-iktisat boyutunu çalışmanın sac ayakları olarak kurmaktadır. Bu itibarla tıp ve siyasetin buluşma noktasında kendi söylemlerini -yeni normal, enfekte olanlar, aşılılar- vb. yapılandıran bir olgu olarak COVID-19 sürecinin, bu söylemlere içkin özne biçimleri üretmekte, sınıflamakta ve yeri geldiğinde de kendi kırılganlıklarına terk etmekte olduğu iddia edilmekte; süreç yönetiminin ise disiplin ve güvenlik toplumu paradigmalarının üst üste bindiği yerde bir yandan bedenin anatomo-politiği bir yandan da nüfusun biyo-politiği üzerinden gerçekleştiği savunulmaktadır. Tüm bunlara binaen de salgın yönetimselliğinin iktisadi, politik ve toplumsal boyutları teorik bir çerçeveyle analiz edilmektedir. Çalışmanın özgünlüğü de burada yatmaktadır. Zira ilgili literatürde Foucault’yu merkeze alarak salgın sürecini analiz eden çalışmalar haylifazla olsa da bu çalışmaların genellikle gözetim toplumu ve biyo-politika eksenlerine yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Elinizdeki araştırmaysa ortaya çıkan bu literatürden faydalanmakla birlikte düşünürün eserlerini bütünsel bir bakış açısıyla ele alarak salgın yönetim sürecinde ortaya çıkan olgusallıkları kapsayıcı bir perspektifle ele almaya çalışmaktadır. Bu eksenler dâhilinde de araştırma Mart 2020’den Ekim 2021’e dek geçen sürede COVID-19 salgınıyla ilintili olarak uygulamaya konulan siyasaların özneleştirme, dışlama ve arıtma mekanizmalarını devreye soktuğunu, dijital uygulamalar yardımıyla da ekonomi-politik bir transformasyona yol açtığını ve tüm bunların neo-liberal yönetimselliğin tümleyicisi olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia ise COVID-19 yönetimselliğinin otoriter rejimlerle buluşma ve bunları tetikleme riskiyle buluştuğu sonucuna ulaşmaktadır.