İslâm Hukukunda Vasiyet Yoluyla Varisleri Mirastan Mahrum Etmeye Yönelik Tasarrufların Sınırlandırılması

Öz: İslâm miras hukukunda, -oranları farklı da olsa- kız ve erkek çocukların mirastaki payları önceden belirlidir ve mûrisin vârislerini mirastan mahrum etme hakkı yoktur. Bununla birlikte, hibe, vasiyet, muvâzaalı satım (mûris muvâzaası) gibi çeşitli yollarla mûrislerin vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum etmeye çalıştıkları da bilinen bir gerçektir. Hukukî bir terim olarak vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak şartıyla, kişinin malını hakiki veya hükmi şahıslara teberru yoluyla (meccanen/ücretsiz) temlik etmesi (devretmesi) demektir. Prensip olarak İslâm hukukunda (yabancıya) vasiyette bulunmak meşru/mubah bir tasarruftur. Diğer taraftan geçmişte olduğu gibi günümüzde de murisler, vasiyet haklarını varislerini mirastan mahrum etme amacıyla kötüye kullanılabilmektedir. Bundan dolayıdır ki İslâm hukukunda vasiyet hakkının kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik bazı tedbirlere ve sınırlamalara yer verilmiştir. Bu tedbirleri ve sınırlamaları; (1) (yabancıya) yapılan vasiyetin miktar olarak üçte bir ile sınırlandırılması; (2) vârise vasiyetin yasaklanması; (3) ispata yönelik şekil şartlarının getirilmesi; (4) Şâri’in maksadına aykırı olarak varislere zarar verme kastı ile (üçte bir veya daha az oranda olsa bile yabancıya) yapılan vasiyetin yasaklanması, olmak üzere dört başlıkta ele almak mümkündür. Bu çalışmada İslâm hukukunda, vasiyet yoluyla vârisleri mirastan mahrum etmeye yönelik tasarrufların sınırlandırılması üzerinde durulmuştur. Özet: İslâm miras hukukunda -oranları farklı da olsa- erkek ve kız çocukların mirastan alacakları paylar belirlidir ve mûrisin vârislerini mirastan mahrum etme hakkı bulunmamaktadır. Bununla birlikte, hibe, vasiyet, muvâzaalı satım (mûris muvâzaası) gibi çeşitli yollarla mûrislerin vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu yüzden İslâm hukukunda vârislerin miras hakkını koruyucu bazı tedbirlere/önlemlere yer verilmiştir. Bu tedbirlerden biri de, vasiyet hakkını kötüye kullanarak vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum etmek isteyen murisin hukuki tasarruflarına karşı bazı sınırlamaların getirilmiş olmasıdır.Fıkhî/hukukî bir terim olarak vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak üzere, kişinin malını hakiki veya hükmi şahıslara teberru yoluyla (meccanen/ücretsiz) temlik etmesi (devretmesi) demektir. Vasiyet, tüm toplumlarda ve hukuk sistemlerinde meşru kabul edilen hukukî bir işlem türüdür. Vasiyetin meşruluğunu kabul eden tüm hukuk sistemleri, fertlerin haklarını ve kamu düzenini korumak için vasiyet hakkının kullanımıyla ilgili bazı düzenlemeler ve sınırlamalar getirmiştir. İslâm hukukunda da vasiyet, insanların dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarının karşılanması, yardımlaşmaya ve kişinin ecir/mükâfat kazanmasına vesile olması amacıyla meşru (mubah) hukukî bir tasarruf olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte günümüz İslâm ülkelerinde vasiyet hakkı, vârislere zarar vermek ve onları mirastan mahrum etmek amacıyla kötüye de kullanılabilmektedir. İslâm hukukunda, vârislerin ve üçüncü şahısların haklarının korunması amacıyla vasiyet hakkının kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik alınan tedbirleri ve sınırlamaları şu şekilde sıralamak mümkündür;(Yabancıya yapılan) vasiyet miktar olarak üçte bir ile sınırlandırılmıştır:Hz. Peygamber (as), Veda Haccı’nın yapıldığı sene hastalığı sebebiyle Sa’d b. Ebî Vakkas’ı (ra) ziyaret etmiştir. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın (ra) bir kız çocuğundan başka çocuğu yoktur. Bu yüzden o Hz. Peygamber’e (as), malının üçte ikisini yabancılara tasadduk etmek/vasiyet etmek istediğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (as) Sa’d b. Ebî Vakkas’a malının ancak en fazla üçte birini tasadduk/vasiyet edebileceğini söylemiştir. Hz. Peygamber (as) bunun gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Senin vârislerini zenginler olarak bırakman, onları insanlara muhtaç fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır.” (Buhâri, “Vesâyâ” 2, 3; Müslim, “Vesâyâ”, 5(nr. 1628); Muvatta, “Vasiyyet”, 3; Tirmîzî, “Vesâyâ”, 1, Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 2; Nesâî, “Vesâya”, 3; Beyhakî, “Vesâyâ”,  5.) Bu olayı delil kabul eden İslam Hukukçuları, mûrisin vasiyet yoluyla malının ancak üçte birini yabancıya vasiyet edebileceği konusunda ittifak etmişlerdir.Vârise vasiyet yasaklanmıştır:Hz. Peygamber (as), “Muhakkak ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Vârise vasiyet yoktur” (Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 6, Tirmîzî, “Vesâyâ”, 5; Nesâî, “Vesâyâ”, 5; İbn Mâce, “Vesâyâ”, 6.) buyurmuşlardır. Bu hadisi delil kabul eden İslam Hukukçuları varise vasiyetin yapılamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Vasiyetin ispatına yönelik bazı şekil şartları getirilmiştir: Vasiyet ölüme bağlı bir tasarruf olduğu için mûrisin vefatından sonra vârisler ile kendilerine vasiyet edilen kişiler (mûsâ leh) arasında ihtilaf çıkması muhtemeldir. Bu yüzden vasiyetin tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde ispatlanması söz konusu olmaktadır. Klasik İslam hukuku doktrininde vasiyetin sözlü, yazılı ve maksadı ifade eden işaretlerle gerçekleşmesi üzerinde durulmuş ve prensip olarak vasiyetin şahitler huzurunda yapılmasının mendup olduğu belirtilmiştir. Ancak, kanaatimizce, vasiyetin şahitler huzurunda yapılmasını emreden ayetlerden (el-Maide 5/106-108) hareketle ispat kolaylığı sağlaması, vârislerin ve diğer hak sahiplerinin haklarının koruma altına alınmasından dolayı, günümüzde vasiyetin kanuna uygun olarak yapılması ve resmen kayıt altına alınması Şâri’in maksadına ve İslâm’ın ruhuna daha uygun olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim İslâm ülkeleri Aile Hukuku / Ahvâl-i Şahsiye Kanunları da ihtilaf halinde, kanuna uygun olarak yapılmayan vasiyet sebebiyle mahkemelerde dava açılamayacağını söylemektedirler. (Üçte bir veya daha az oranda olsa bile) Şâri’in maksadına aykırı olarak vârislere zarar verme kastı ile (yabancıya) yapılan vasiyet yasaklanmıştır: İslâm hukukunda yabancıya yapılan vasiyet, murisin mal varlığının üçte biri ile sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte, üçte bir veya daha az bir oranda olsa bile, bu hakkın vârislere zarar verme kastı ile onları mirastan mahrum etmek için kötüye kullanılması mümkündür. Ancak, miras ayetinde “غير مضار/(vârislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyet” kaydının konulmuş olması ve ilgili diğer nasslarda vasiyetin zarar verme kastı olmaksızın yapılması gerektiğinin belirtilmesi, (velev ki üçte birden az olsa bile) vasiyetin vârislere zarar vermeme kastı ile meşru kılındığını göstermektedir. Dolayısıyla Şâri’in maksadına aykırı olarak varislere zarar verme kastı ile (yabancıya) yapılan vasiyetin, velev ki üçte bir veya daha az oranda olsa bile, “Zarar izale edilir” (Mecelle, md. 20.) kaidesi gereğince kamu otoritesi tarafından sınırlandırılması mümkündür.  Hiç şüphesiz yukarıda sayılan sınırlamalardan en önemlisi kişinin, vasiyet yoluyla mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin üçte bir ile sınırlandırılması ve kalan diğer üçte ikilik payının vârislere bırakılmasıdır. Bundan dolayıdır ki İslâm hukukunda, hukuken güvence altına alınıp varislere intikal edecek olan bu üçte ikilik paya “mahfuz hisse / saklı pay” denilmektedir. Prensip olarak (bazı istisnalar dışında) mûrisin mahfûz hisse üzerinde tasarruf yetkisi yoktur. İslâm hukukunda teorik olarak, “mahfûz hisse/saklı pay” olarak isimlendirilen varislerin üçte ikilik payları hukuken güvence altına alınmakla birlikte, günümüzde mûrisler vasiyet haklarını kötüye kullanarak farklı yöntemlerle vârislerinden mal kaçırmaktadırlar. Bu bağlamda, “İslâm hukukunda, kamu otoritesinin, kötüye kullanılması halinde, aslen meşru/mubah olan vasiyet hakkını sınırlandırması mümkün müdür?” sorusu konumuz açısından önem arz etmektedir. İslâm hukukunda “mubah” kategorisinde yer alan fiillerin, teşrî kılınma maksadına uygun olarak başkasının hakkını ihlal etmeden ve kamuya zarar vermeden kullanılması temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Buna göre, teşrî kılınma maksadına aykırı olarak kullanılması, zarar içermesi, başkasının hakkını ilgilendirmesi ve kamu yararının gerektirmesi halinde mubah olan fiillerin/tasarrufların kamu otoritesi tarafından kanun marifetiyle sınırlandırılması mümkün olmaktadır. Konuya bu açıdan bakıldığında İslâm hukukunda vasiyet hakkının kullanımı, mutlak ve sınırsız değildir. Dolayısıyla varislere zarar verme kastı ile kullanması halinde, aslen mubah/meşru olan vasiyet hakkının, kanun marifetiyle kamu otoritesi tarafından sınırlandırılması söz konusu olabilmektedir. Sonuç olarak kısaca ifade etmek gerekirse, İslâm hukukunda vasiyet hakkı, yukarıda kısaca özetlendiği şekilde dört farklı açıdan varislerin lehine sınırlandırılmıştır.

The Restriction of Testator’s Legal Acts Regarding Depriving the Inheritors of Inheritance Through Last Will in Islamic Law

Abstract: In Islamic inheritance law, although in different ratios, the shares of male and female siblings are already determined. The testator has no right to deprive the inheritors of inheritance. However, in today’s Islamic countries, it is well known that some testators deprive the inheritors of inheritance fully or partially through various ways such as donation, last will, and fictitious. Last will, as a legal term, means that a person transfers his\her property complimentarily to person\persons who have the right to inherit originally or legally, provided that it is valid after death. In Islamic law, principally, making a last will to foreigners is regarded as a legitimate act. However, today, as it was in the past, the right of last will is being misused in causing harm to the inheritors and depriving them of the inheritance. For this reason, in Islamic law, there have been taken some precautions to prevent any possible misuse of the last will right in order to protect the rights of the inheritors and third persons. These precautions are as follow: (1) The last will that is made (to a foreigner) is restricted to one third of the total amount; (2) It is prohibited to make last will to the inheritors; (3) There have been laid down some formal conditions for proving a last will; (4) It is prohibited to make a last will (to foreigners) with the intention of harming the inheritors, even if it is one third and less than one third.Summary: In Islamic inheritance law, although in different ratios, the shares of male and female siblings are already determined. The testator has no right to deprive the inheritors of inheritance. However, in today’s Islamic countries, it is well known that some testators deprive the inheritors of inheritance fully or partially through various ways such as donation, last will and fictitious. Therefore, some precautions have been taken in Islamic law in order to protect the right of the inheritors to inheritance. One of these precautions is to impose some restrictions on the legal acts of the testator who has an intention of depriving his\her inheritors fully or partially of the inheritance, misusing his\her right oflast will. The last will, as a legal term, means that a person transfers his\her property complimentarily to person\persons who have the right to the inheritance originally or legally, provided that it is valid after death.The last will is a legal procedure which is regarded as legitimate in all societies and legal systems. All legal systems that accept the legitimacy of the last will set out some regulations and restrictions on the use of the last will to protect the rights of individuals and public order. In Islamic law, the last will is also regarded as a legitimate regulation in order to meet people's earthly needs and to be a means of solidarity and getting reward in hereafter. However, in today's Islamic countries, the right of last will is being misused in causing harm to the inheritors and depriving them of the inheritance. In Islamic law, the precautions that have been taken to prevent any possible misuse of the last will right in order to protect the rights of the inheritors and third persons are as follow:The last will that is made (to a foreigner) is restricted to one third of the total amountThe Prophet Muhammad (pbuh) visited Sa'd b. Abu Vakkas due to his illness in the year in which the Last Pilgrimage was being performed. Sa'd b. Abu Vakkas had no children other than a daughter. That is why he told the Prophet that he wanted to make a last will according to which the two third of his property shall be given to the foreigners. Thereupon, the Prophet Muhammad told him that he could only give one third of his property maximum. The Prophet Muhammad explained the reason why as follows: “It is better to leave your inheritors as wealthy than to leave them as needy people.” (Bukhāri, “Wasāyā” 2, 3; Muslim, “Wasāyā”, 5 (nr. 1628); Muwatta, “Wasiyyāt”, 3; Tirmīzī, “Wasāyā”, 1, Abū Dāvūd, “Wasāyā”, 2; Nasāī, “Wasāyā”, 3; Bayhakī, “Wasāyā”, 5.).The Muslim jurists who regard this event as a proof have arrived at the consensus that the Muslims can only give one third of their property to foreigners by means of the last willIt is prohibited to make last will to the inheritorsThe Prophet Muhammad said, "Allah surely gives every right. There is no will to inheritors.” The Muslim jurists who regard this saying as a proof have arrived at the consensus that the last will to inheritors cannot not be made. There have been laid down some formal conditions for proving a last willSince a last will is a process that is upon death, there might be some disagreement between the inheritors and those who are a last will made to after the death of testator. For this reason, the last will shall be proven so that any possible dispute would be prevented. In the classical Islamic Law, it is emphasized that the last will should be oral, written or by any means of signs that might express oneself well, and the last will shall be made in the presence of the witnesses as a matter of principle.However, in my opinion, following the verses that require the last will to be made before the witnesses, placing the last will on record through an official procedure is much more suitable in regard to the purpose of the Shari’ and the spirit of Islam. Indeed, in the Islamic countries, the Family Law Codes are subject to the legal dispute that a case cannot be open if a last will is not been made in accordance with the law. It is prohibited to make a last will (to foreigners) with the intention of harming the inheritors, even if it is one third and less than one third.In Islamic law, the last will made to foreigners is limited to one third of the property of the testator. Nevertheless, still there is a possibility of misusing this right against the inheritors with the intention of depriving them of the inheritance even if it is one third and less than one third. However, the verse which lay down the condition "the will made without harming the inheritors" indicates that the last will is legitimate only with the intention of not harming the inheritors, even if it is less than one third. Therefore, the last will made to foreigners with the intention of harming the inheritors, as it is contrary to the purpose of the law maker (Shari), can be restricted by the public authority.No doubt, the most important of the above-mentioned precautions is to restrict a testator's right of the last will to one third of the property when it is a foreigner to whom he is willing to give from his property, and the remaining two third is left to the inheritors. That is why in Islamic law, this two-third share, which is legally guaranteed and will be passed on to the inheritors, is called "reserved share". In principle, except for some exceptions, the testator has no authority to give from the "reserved share." Although in Islamic law, theoretically, the two-third share called "reserved share" is legally secured, nowadays, the testators are misusing their right of the last will. Therefore, the question “is it possible for the public authority, in Islamic law, to restrict a person’s essentially legitimate right of making last will in a case of misuse?” is quite important concerning our subject matter.  It has been accepted as a basic principle that the acts in the category of "mubah" in Islamic law are to be taken without violating the rights of others and harming the public. Accordingly, it is possible for the public authority to restrict the acts that are taken in contradiction to the purpose of Shari and the interest of others. From this point of view, the use of the right of the last will in Islamic law is not absolute and unrestricted. Therefore, in the case of harming to the inheritors, it is possible that the right to be restricted by the public authority.As a result, the last will right, in Islamic law, is restricted in four different ways in favour of the inheritors as briefly summarized above.

___

  • Abbâdî, Abdüsselam Dâvud. el-Milkiyye fî’ş-şerîati’l-islâmiyye: tabîatüha ve vazîfetüha ve kuyûdüha: mukârane bi’l-kavânîn ve’n-nüzumi’l-vad’iyye. 3 cilt. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2000.
  • Abdüllâvî, Beşir el-Mekkî. Sultatü veliyyi’l-emr fi takyîdi’l-mubâh. Beyrut: Dâru mektebeti’l-meârif, 2011.
  • Akgündüz, Ahmet ve Halil Cin. Türk-İslâm Hukuk Tarihi. 2 cilt. İstanbul: Timaş Yay., 1990.
  • Aktan, Hamza. Mukayeseli İslâm Miras Hukuku. İzmir: Işık Akademi Yay., 2008.
  • Aktan, Hamza, “Miras”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 30: 143-145. Ankara: TDV Yay., 2005.
  • Âlûsî, Şihâbuddîn Muhammed b. Abdillah. Rûhu’l-meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm. 30 cilt. Beyrût: Dâru ihyâü’t-türâsi’l-arabî, ts.
  • Arı, Abdüsselam. “Vasiyet”. TDV İslam Ansiklopedisi. 42: 552-553. Ankara: TDV Yay., 2011.
  • Arı, Abdüsselam. “Vacip Vasiyet Ve Halefiyet Bağlamında ‘Dede Yetimi’ Problemi”. EKEV Akademi Dergisi 12, sy. 34 (2008): 249-268.
  • Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin. es-Sünenü’l-Kübrâ. 11 cilt. thk. Muhammed Abdülkadir Ata. Beyrut: Dâru’lkütübi’l-ilmiyye, 2003.
  • Bilmen, Ömer Nasuhi. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kâmûsu. 8 cilt. İstanbul: Bilmen Yay., 1985.
  • Bûtî, M. S. Ramazan. Davâbıtü’l-maslaha fi’ş-şerîati’l-İslâmiyye. Dımeşk: Dâru’l-Müttehıde, 1990.
  • Cessâs, Ebu Bekir Ahmet b. Ali er-Râzî. Ahkâmü’l-Kur’an, thk. Muhammed Sadık Kamhâvî. Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabî, 1985.
  • Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-islâm. 10 cilt. Bağdat: 1993.
  • Çeker, Orhan. Fetvalarım-I. Konya: Damla Ofset Matbaası, 2014.
  • Dirînî, Muhammed Fethî. el-Hak ve medâ sultânü’d-devle fî takyîdihî. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1984.
  • Dirînî, Muhammed Fethî, Hasâisü’t-teşrîi’l-islâmî fi’s-siyaseti ve’l-hükm, Müessesetü’r-risâle, Beyrut 2013.
  • Dirînî, Muhammed Fethî. Nazariyyetü’t-teassüf fî isti’mali’l-hak fi’l-fıkhi’l-islâmî. Beyrut: Müessesetü’rrisâle, 1988.
  • Ebû Zehra, Muhammed. Şerhu Kânûni’l-vasiyy. Kahire: 1950.
  • Ebû Zehra, Muhammed. Ahkâmü’t-terikât ve’l-mevârîs. Kahire: Daru’l-fikri’l-arabî, 1963.
  • Ebû Zehra, Muhammed. el-Cerîme. Kahire: Dâru’l-fikri’l-arabî, 1986.
  • Ekinci, Ekrem Buğra. “İslâm ve Osmanlı Hukukunda Vasiyetin İspatı”. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Naci Kınacıoğlu’na Armağan 1, sy. 2, (1997): 105-120.
  • Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır. Hak Dini Kur’ân Dili. 10 cilt. İstanbul: Eser Neşriyat, 1979.
  • Erdoğan, Mehmet. Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Rağbet Yay., 1998.
  • Erdoğan, Mehmet. İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi. İstanbul: MÜİFV. Yay., 1990.
  • Hâdimî, Ebu Saîd. Mecâmiu’l-hakâik. nşr. Şirketü Sahafiyye Osmaniyye müdürü el-Hâc Ahmed Hulûsî. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1308.
  • Hallâf, Abdülvahhab. İlmü usûli’l-fıkh. İstanbul: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1984.
  • İbn Âbidîn, Muhammed Emin. Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr şerhu Tenvîri’l-ebsâr. 13 cilt. thk. Adil
  • Ahmed Abdülmevcud ve Ali Muhammed Muavvad. Riyad: Dâru alemi’l-kütüb, 2003.
  • İbn Âşûr, Muhammed Tahir. İslâm Hukuk Felsefesi (Gaye Problemi) (Makâsıdü’ş-şerîati’l-islâmiyye). çev.
  • Vecdi Akyüz ve Mehmed Erdoğan. İstanbul: İklim Yay., 1988.
  • İbn Atiyye, Ebu Muhammed Abdülhak b. Galib. el-Muharrerü’l-vecîz. 6 cilt. thk. Abdüsselam Abdüşşafii Muhammed. Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiye, 1422.
  • İbn Ferhûn, Burhaneddin Ebu’l-Vefa (Ebu’l-İshak) İbrahim. Tebsıratü’l-hükkâm fi usûlil akdiye ve menâhicil ahkâm. 2 cilt. tlk. Cemal Meraşalî. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1995.
  • İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd. el-Muhallâ bi’l-âsâr. 11 cilt. Mısır: İdaretü’t-tab’ati’lmünîra/Matbaatu’n-nahda, ts.
  • İbn Kudâme, Muvaffaküddin Abdullah b. Ahmed el-Makdisî. el-Muğnî, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin etTürkî ve Abdülfettah Muhammed el-Hulüv. Riyad: Dâru âlemi’l-kütüb, 1997.
  • İbn Receb, Zeynüddin Ebul Ferac Abdurrahman b. Şihabüddin. Câmiu’l-ulûm ve’l-hikem fi şerhi hamsîne hadîsen min cevâmii’l-kelim. tlk/thk. Mahir Yasin el-Fahl. Dımeşk/Beyrut: Dâru İbn Kesir, 2008.
  • İbn Rüşd. Bidâyetül müctehid ve nihâyetü’l-muktesid. 2 cilt. Beyrut/Kahire: Dâru’l-cîyl/Mektebetü’l-külliyeti’l-ezheriyye, 2004.
  • İbnü’l-Arabî, Kadı Ebu Bekir. Ahkâmü’l-Kur’ân. thk./tlk. Muhammed Abdülkadir Ata. Beyrut: Dâru’kü- tübi’l-ilmiyye, 2003.
  • İmre, Zahit. Türk Miras Hukuku. İstanbul: İstanbul Hukuk. Fak. Yay., 1968, 1972.
  • Kaddûmî, Abîr Ribhî Şâkir. et-Teassüf fî isti’mâli’l-hak fi’l-ahvâli’ş-şahsiyye. Ürdün: Dâru’l-Fikr, 2007.
  • Karaman, Hayreddin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku. 3 cilt. İstanbul: Ensar Neşriyat. 2011.
  • Karaman, Hayreddin. Mukayeseli İslâm Hukuku. 3 cilt. İstanbul: Nesil Yay. 1987.
  • Kâsânî, Ebû Bekr Alâaddin b. Mes’ûd. Bedâiu’s-sanâi’ fî tertîbi’ş-şerâi’. 10 cilt. thk. Ali Muhammed Muavvad. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiye, 2003.
  • Köse, Saffet. İslâm Hukukunda Hakkın Kötüye Kullanılması. İstanbul: İFAV Yay., 1997.
  • Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî. el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’ân. 24 cilt. thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2006.
  • Mansurizâde Saîd. “Cevâzın Ahkâm-ı Şer’iyyeden Olmadığına Dair”. İslâm Mecmuası 1, sy.10 (1330): 295- 303.
  • Mansurizâde Saîd. “Taaddüd-i Zevcât İslâmiyette Men Olunabilir”. İslâm Mecmuası 1. sy.8 (1330): 233- 238.
  • Medkûr, M. Sellâm. Nazariyyetu’l-ibâha inde’l-usuliyyin ve’l-fukâhâ. Kahire: Dâru’n-nehdati’l-arabiyye, 1984.
  • Muslih, Abdullah b. Abdülazîz. Kuyûdü’l-milkiyyeti'l-hâssa. Beyrut: Müessesetü'r-risâle, 1988.
  • Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi. yay. haz. Orhan Çeker. Konya: Mehir Vakfı Yay., 2012.
  • Ömerî, İsmail. el-Hak ve nazariyyetü’t-teassüf fî isti’mâli’l-hak fi’ş-şerîati ve’l-kânûn. Irak Musul: 1984.
  • Râzî, Fahreddin. Mefâtihu’l-ğayb/et-Tefsîru’l-kebîr. 22 cilt. Beyrut: Dâru’l-fikr, 1981.
  • Seyyid Bey, Muhammed. Fıkıh Usulü (Giriş). yay. haz. Hasan Karayiğit. İstanbul: Düşün Yay., 2010.
  • Şaban, Zekiyüddin ve Gandûr, Ahmed. el-Vasiyetü ve’l-mîrâs ve’l-vakf fi’ş-şerîati’l-islâmiyye. Kuveyt: Mektebetü’l-fellâh, 1984.
  • Şaban, Zekiyyüddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (Usûlü’l-fıkıh). çev. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2015.
  • Şâtıbî, Ebû İshak İbrahim b. Mûsâ. el-Muvâfakât fî usûli’ş-şeriâ, 4 cilt. nşr./tlk. Abdullah Dıraz, Beyrut: Daru’l-ma’rife, t.y.
  • Şelebî, Muhammed Mustafa. Ahkâmü’l-vesâyâ ve’l-evkâf. Beyrut: ed-Dâru’l-câmiiyye, 1982.
  • Şevkânî, Muhammed b, Ali b. Muhammed. Neylü’l-evtâr. 12 cilt. Riyad: Dâru İbn Kayyim, 2005.
  • Yılmaz, İbrahim. İslâm Hukukunda Kamu Otoritesinin Mubahı Sınırlandırması. Kayseri: TezMer, 2015.
  • Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer. el-Keşşâf an hakâiki ğavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’tte’vîl. 5 cilt. thk. Adil Ahmed Abdülmevcud ve Ali M. muavvad, Riyad: Mektebetü’l-abîkân, 1998.
  • Zerkâ, Mustafa Ahmed. el-Medhalü’l-fıkhî’l-âmm/el-Fıkhu’l-İslâmî fi sevbihi’l-cedîd. 3 cilt. Dimeşk: Dâru’lfikr, 1968.
  • Zeydan, Abdülkerim. el-Vecîz fî usîli’l-fıkh. Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2011.
  • Zeylaî, Fahreddin. Tebyînü’l-hakâik şerhu Kenzü’d-dekâik ve hâşiyetü’ş-Şelebî. Kahire: el-Matbaatü’l-kübrâ el-Emîriyye (Bulak) / Daru’l-kütübi’l-islâmî, 1313.
  • Zühaylî, Vehbe. el-Fıkhü’l-islâmî ve edilletühû. 8 cilt. Dımeşk: Dâru’l-fikr, 1989.