Türk Hamamı

Selçuk ve Osmanlı Türkleri, kaderin layık gördüğü anavatanımızda maddi ve manevi bir olgunluğa vararak dünyanın ileride ve örnek milletlerinden olmuştur. Mübarek yurdumuzda yüksek karakterli bu millet Rumeli'ye geçerek altı buçuk asır insan haklarına riayet göstererek kalmış, Orta Avrupa'dan gelen baskıları önlemek için bir buçuk asır Macaristan'da oturmuş. Akdeniz ve Karadeniz'de kurdukları muazzam imparatorluklarının birer havzı mesabesinde kalmıştır. Türkler gittikleri her yere han, hamam, medrese, cami, su tesisatı ... gibi medeni varlıklarını, ahlak ve faziletlerini götürmüşler ve bulundukları yerlerde güzel hasletlerini şimdi bulunan kesif, o zamanki azınlıklarına bırakarak çekilmişlerdir. Ama çoğu Rumeli'de ve Macaristan'da bıraktığımız yerler dahil mimari abidelerimiz hala dış şekilleri maskelenerek kullanılmaktadır. Bunlar oralarda durdukça medeniyetimizin bir tapu senedi mahiyetinde görülmelidir. Bizim usullerimiz Balkanlarda ve Orta Avrupa'da hala tatbik edilmektedir. Kim demiş ki Türkler gittikleri yerlerde buldukları halkı kendilerine çevirememişler? Tesirimize bakın ki dinlerinde serbest bırakmışız ve lakin uygarlığımızı benimsetmişiz. Bu tesir, bıraktığımız o yerlerde hala bakidir.

Testimonies to the Economic Vitality of Balat, The Mediaeval Miletus

The last few years have been marked by a renewed interest in the study of graffiti scratched into the plaster covering the walls of mediaeval buildings. These studies have concentrated either on inscriptions and coats-of-arms of Western pilgrims or on ship-graffiti, also known as akidographemata, scratched or carved predominantly into the walls of Christian monuments, churches and monasteries. In fact, the practice of scratching, carving or drawing graffiti, and especially those of ships, onto the walls of religious buildings was very widespread, extending in the east to Isfahan, in the south to the first cataract of the Nile, in the north as far as Helsingör, and in the west to the Rhine Valley.