BİZİM BAĞA GİDERKEN

Memleketim Erzincan, çocukluğumun en güzel zamanlarının geçtiği mekândır… Bizim de Erzincan’a bağlı Cimin beldesinde üzüm bağımız vardı. Göz bebeğimizdi. Evimizden oldukça uzaktı. Belli aralıklarla gider, işlerini görürdük. Bellemek, sulamak, sırpot* etmek, toplamak, kasalamak… Bayağı bir emek istiyordu. Derler ya; “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.” o hesap. Bağa gideceğimiz günlerde, erkenden kalkar; ekmeğimizi, peynirimizi, çayı, şekeri bohçalar; ailece yola düşerdik. Bizim bağın yolu bir devri âlemdi sanki. Köydeki yaşamın kısa bir özetiydi. Hem görsel, hem otantik bir resmî geçide şahit olurduk. Güneş sabahın ilk ışıklarını pembe pembe yayarken, çiş kokan Çako Sokağı’ndan geçer; suskun köye inat, gürültüyle köpüre köpüre akan çayın üzerindeki birinci köprüye gelirdik.

BİZİM BAĞA GİDERKEN