BİLİM BATILI OLDUĞUNDA: TARİHYAZIMSAL YANSIMALAR

Bilim tarihinin tarihinde “küresel” kavramı üzerine fikir yürüten bu çalışma, ayrıca bununla ilişkili ve fakat eşit derecede belirleyici bir başka kavramı, “Batılı bilim” kavramını incelemektedir. Bu düşüncenin 19. yüzyıldaki yükselişini izleyerek Batı-dışı dünyada da en az Batı’da olduğu kadar geliştiğini göstermektedir. Kavramın kendisi bilim tarihinin disiplinel oluşumu açısından çok önemli iken, işe bakın ki, bu öykünün ardındaki küresel tarih o kadar da belirleyici değildir. Meseleye 19. yüzyıl Mısır ve Çin’inden örneklerden hareketle yaklaşan çalışma, bilgi üretiminin uluslararası taşıyıcılarının (yani misyonerler ve teknokratlar) özgün şecereler inşâ edip kavramsal bir kümeleme işlemi vasıtasıyla yeni küresel bilim tarihlerini nasıl yarattığına bakarak başlamaktadır. Ardından ilk profesyonel bilim tarihçilerinin çalışmalarına yönelerek, günümüzde “Batılı bilim”de sonra eren tarihî ve evrensel teleolojinin bir parçası olarak görülen Arapça ve Çince bilme geleneklerinin modern bilimlerin ışığında nasıl da benzer şekilde yeniden yorumlandığını göstermektedir. Böylelikle bilim tarihi ile dünyadaki bilme gelenekleri arasındaki ilişki ile alakalı anahtar sorulara işaret edip küresel bilim tarihlerine yönelik arayışı sürdürmekle birlikte, Batılı bilim düşüncesinin küresel ölçekte ortaya çıkışının tetkikini tartışarak sona ermektedir. “Bilim” teriminin –farklı dönemler, coğrafyalar ve epistemolojik gelenekler tarafından paylaşılan- olumsallığı, bilim tarihçilerinin yapmış ve yapmakta oldukları çalışmaların her zaman açık olmadığı anlamına gelir. Bu, ortaçağ âlimlerinin ve ilk modernistlerin uzun süre tartıştıkları bir nokta olup sorgu nesnesini tarihselleştirerek ve özellikle modern bilimin ötesinde modernin  Marwa Elshakry, “When Science Became Western, Historographical Reflections,” Isis, 2010, 101:98-109.  Columbia Üniversitesi Tarih Bölümü. 611 Fayerweather Hall, New York 10027.  Yrd. Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi Tarih Bölümü. mahiyeti ile ilgili fikir öne sürerek disipline metodolojik bir derinlik sağlamıştır. Fakat bazı olumsallıklar diğerlerinden daha önemlidir. Bu iş ile meşgul olan kimseler tarafından üretilmiş bir dünya haritası hayal edin: Bu harita büyük ölçüde Anglo-Amerikan ve Avrasyalı olacak, güney yarımkürenin ve kuzey yarımküre üzerinde kontrol sahibi olan Atlantik dünyasının keskin çizgilerle budandığı görülecektir. Bu, ironik bir şekilde, disiplinin başladığı dünyanın resmi değildir: Gerçeği söylemek gerekirse, ilk profesyonel bilim tarihçileri, genellikle gerçeği evrensel bir bakış ile ele almanın peşindeydiler. Fakat bu türden bir coğrafi genişliğin bedeli, bilim düşüncesinin kendisinde ortaya çıkan ciddi bir daralma idi. İlk bilim tarihçisi Joseph Needham’ın –ki kendisi Çin’in daha geniş bir alanda tanınmasını sağlamıştı- modern bilim analojisi olarak “çok nehir, tek deniz,” bilimin açık bir uyumlulukla birlikte deverana da sahip olduğunun söylendiği anlamına geliyordu.Disiplinel uyum ve olumsallık problemi, hiçbir yerde, genellikle “Batılıolmayan” (bazen Avrupa-dışı ya da Avrupalı olmayan) bilim şeklinde sınıflandırılan çalışmaların alanında olduğundan daha keskin değildi. Dünyanın Batı ve geri kalanı şeklinde ikiye bölünmesinin elbette uzun bir tarihi vardır ve bilim tarihi de bu bölünmede büyük bir rol oynamıştır. Aslına bakılırsa, birçok yönden, bilim tarihinin kendisi, bilimin Batı medeniyetinin ya da –sonraki dönemin dilinde- Batı’nın özgül bir ürünü olup olmadığı sorusunun sorulmasıyla başlamıştır. Günümüzdeki tarihçiler, muhtemelen bulaşmaktan ürktükleri köhne bir Avrupamerkezciliğin gömülü olduğu soruyu hiçbir şekilde sormayıp kendilerini bu sorunla rahatsız etmeseler de, ilk âlimler öyle olmadığını savunmuştu. Bazıları, günümüzde, birkaç on yıl önce olduğu kadar olmasa da, “bilim” teriminin biricikliğine meydan dahî okumşlardı. Bilimlerin çoğuluğundan bahsedildiğinde, -belki daha az anlamlı da olsa- soru daha az keskin bir hale gelmişti. “İzâfiyete dâir kâbuslar”ın tekrarlanması ile ilgili kuruntu, postmodern sapmanın bilim tarihinde hiçbir zaman anlaşılamayacağı –ya da, daha doğrusu, nihâî kertede epistemolojik ve disiplinel kategorilerimizi diğer disiplinleri etkilediği kadar etkilemeyeceği- anlamına geliyordu. En iyi örnek için bkz. Peter Dear, “What Is the History of Science the History Of? Early Modern Roots of the Ideology of Modern Science,” Isis, 2005, 96:390-406. Joseph Needham, Science and Civilisation in China (Cambridge: Cambridge Üniversitesi Yayınları, 1954-), C. 1: Introductory Orientations, s. 16. Ayrıca bkz. Roger Hart, “Beyond Science and Civilisation: A Post-Needham Critique,” East Asian Science, Technology, and Medicine, 1999, 16:88-114. Bu makale, “modern bilim”in eşdeğeri olarak “Batılı bilim” kavramının ilk olarak nasıl inşâ edildiğini soruşturarak yapısalcılık ve göreceliliğe dayalı ikili çıkmazın dışında başka bir yöntem sunmayı denemektedir. Doğal bir sonuç olarak da, “[bu] bilimin tarihi”nin –“bilimlerin tarihi”nin aksinedisiplinel kategorilerimizi ve menzilimizi nasıl biçimlendirdiğini sorgulamaktadır. Bunu yapmak için de şu sonucu göz önünde bulunduracaktır: Avrupa dışındaki insanlar “Batılı” bilim düşüncesine anlam vermek için ne yaptılar? Bu değişik fikirler, uygulamalar ve farklı bilme kategorileri ile ilgili anlayışlarını –tıpkı inanç gibi- nasıl genişlettiler?Batılı Hıristiyan misyonerler ve yerli teknokratlar tarafından görüldüğü haliyle, Mısır ve Çin’deki modern Avrupa bilimleri ile ilgili 19. yüzyıl kavramlarını inceleyerek başlayacağım. Hem Osmanlı Mısır’ının hem de Qing hanedanının ilim merkezleri, mensubu oldukları toplumlar ve ilmî kuruluşlarda meydana gelen hızlı dönüşümlere maruz kalmışlardı. Her ikisinin de, daha sonra bilim tarihinin disiplinel kökenlerinde önemli bir görev üstlenecek olan kendilerine ait kutsal bilme gelenekleri vardı. İlk modern bilim tartışmaları, resmî müfredatta önemi giderek artan bir rol icra ederken, kendilerini yeniden tanımladığı eski bilme disiplin ve geleneklerini fazla değiştirmemişti. Bu bilimlerin terim ve kavramlarının tam çevirisi, her şeyin ötesinde bir tür kavramsal sinkretisizm gerektiriyordu. Yine de Batılı bilim ile ilgili giderek yeni bir fikir –ve anlatı- ortaya çıkmaya başlamıştı. İki savaş arası dönemde gelişmeye başlayan şey, kısa sürede daha somut bir hale gelmiş, “bilim”in küresel erişilebilirliği, ilk bilim tarihçilerince eşit derecede vurgulanmıştı. Bu şekilde “Doğu” ve “Batı” dünyalarını birbirine bağlayabilecek evrensel bir hümanizmin oluşması amaçlanmış olsa da, süreç içerisinde, çok daha spesifik ve dolayısıyla daha evrenselleştirici bir Batılı bilim düşüncesi oluşturuldu. Bu kavram, “Batılı” ve “Batılı olmayan” terimleri gibi coğrafi anlamda bir ikiliği ifade etmek üzere kullanılırken hayli esnek olduğunu ortaya koyar. Üstelik bu ayrım, salt yararın da ötesine geçer; daha doğrusu, o, Bu noktalar –ve “izâfiyete dâir kâbuslar”a dönük gönderme- Peter Dear’ın tartışmasında inşâ edilmiştir; bkz. Dear, “What is the History of Science the History Of?” (aktarım n. 1), ss. 392, 406. Bilgi ve inanç –ve bunun, burada yalnızca özet olarak temas edeceğim bilim tarihi ile ilişkisiarasındaki ayrım hakkında daha fazlası için bkz. Mary Baine Campbell, Lorraine Daston, Arnold Davidson, John Forrester ve Simon Goldhill, “Enlightenment Now: Concluding Reflections on Knowledge and Belief,” Common Knowledge, 2007, 13:429-450.

When Science Became Western, Historographical Reflections

Bilim tarihinin tarihinde “küresel” kavramı üzerine fikir yürüten bu çalışma, ayrıca bununla ilişkili ve fakat eşit derecede belirleyici bir başka kavramı, “Batılı bilim” kavramını incelemektedir. Bu düşüncenin 19. yüzyıldaki yükselişini izleyerek Batı-dışı dünyada da en az Batı’da olduğu kadar geliştiğini göstermektedir. Kavramın kendisi bilim tarihinin disiplinel oluşumu açısından çok önemli iken, işe bakın ki, bu öykünün ardındaki küresel tarih o kadar da belirleyici değildir. Meseleye 19. yüzyıl Mısır ve Çin’inden örneklerden hareketle yaklaşan çalışma, bilgi üretiminin uluslararası taşıyıcılarının (yani misyonerler ve teknokratlar) özgün şecereler inşâ edip kavramsal bir kümeleme işlemi vasıtasıyla yeni küresel bilim tarihlerini nasıl yarattığına bakarak başlamaktadır. Ardından ilk profesyonel bilim tarihçilerinin çalışmalarına yönelerek, günümüzde “Batılı bilim”de sonra eren tarihî ve evrensel teleolojinin bir parçası olarak görülen Arapça ve Çince bilme geleneklerinin modern bilimlerin ışığında nasıl da benzer şekilde yeniden yorumlandığını göstermektedir. Böylelikle bilim tarihi ile dünyadaki bilme gelenekleri arasındaki ilişki ile alakalı anahtar sorulara işaret edip küresel bilim tarihlerine yönelik arayışı sürdürmekle birlikte, Batılı bilim düşüncesinin küresel ölçekte ortaya çıkışının tetkikini tartışarak sona ermektedir.