YAŞAYAN BİR VARLIK OLARAK DİL

Bu yazı, yaşayan bir varlık olarak dil konusunu ele alır. İnsan konuşmasaydı, insan olamazdı. Ona insanlığını bahşeden dil, insanın varlığının temelidir. Demek ki biz, her şeyden önce dilin içindeyizdir. İnsanın asıl mekânını dilde bulduğunu söylersek, dille mâruz kaldığımız tecrübe, var oluşumuzun en derin bağlantısına işaret eder. Dili konuşan insan, dil üzerinde, bu tür i manın akışı içinde dönüştürülür. Nitekim Eski Ahit'te Tanrı'nın sadece konuşarak ve ad vererek kaosa düzen verdiğine dikkat çekilir: Tanrı “Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı işığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu (Yaradılış 3–5). Aynı şekilde Âdem'in Cennet'te eşyaya isim vermesi gerçek var oluş ve linguistik var oluş arasındaki ilişkiyi gösterir. Aydınlanmacılar ideal bir dil düşüncesini temsil etmekteydiler. Çünkü onlar için dil, total bir bilinebilirliğin temsilcisiydi. Bir başka ifadeyle Varlık, mutlak surette elde edilebilen bir nesnellik anlamına geldiği için, dilin de bu şekilde anlaşılması kaçınılmazdı. Bu neredeyse dili matematiksel bir dile indirgeme girişimi gibi gözükmektedir. Oysa insan tarihsel bir varlıktır. “Tarihsel olmak demek, kişinin kendisi hakkındaki bilgisinin asla tamamlanamaz oluşu demektir.” Bu da, bir dil ortamında olmak anlamına gelir.

___

  • Aliye Çınar, "YAŞAYAN BİR VARLIK OLARAK DİL", Muhafazakar Düşünce, Yıl: 2, Sayı: 5, 2005.