GEORGE BERNARD SHAW’UN PYGMALION: A ROMANCE IN FIVE ACTS’ OYUNUNUN POLİTİK AJANDASI

George Bernard Shaw, Pygmalion (1912) oyununu modern dönemin başlarında yazmıştır. Tüm yazarlar, didaktik söylemin edebiyatta yeri olmadığına dair hemfikirdirler, bu toplumsal bazlı söylemin yerini, sübjektif bakış açısı almaktadır. Ancak, Shaw tiyatro/roman/şiir yazarlığı dışında sosyalisttir ve politik teori ve toplum yapısı hakkında yazmaktadır, bu nedenle oyunlarında ve özellikle de sınıf çatışmasının, kadının ve işçi sınıfının bağımsızlığının, bireyselliğin yorumlandığı Pygmalion’da, didaktik söylemi uygulamaktadır. Dönemine aykırı bir tutum sergilemekle bilinir. Onun için didaktik söylem demode veya yersiz bir teknik değildir. Tiyatroyu sadece sanat yapmak için değil, toplumu değiştirebilecek tecrübelerin edinildiği bir yer olarak görür. Bu nedenle didaktik özelliği en yoğun olan bu oyununda Shaw orta-sınıf seyircisini eğlendirme vaadiyle tiyatro koltuğuna oturtur ama onları sosyalist tartışmanın ortasında tutsak eder. Oyun eski yunan mitinden esinlenerek yazılmıştır: Pygmalion bir heykeltıraştır, kadınlar konusunda uyumsuz ve zor beğenen biri olarak, bir türlü sevip evlenememiştir, günlerden bir gün bir kadın heykeli yapar, bu heykel öylesine güzeldir ki ona aşık olur. Pygmalion’u gören tanrıça haline acır ve heykeltıraşın Galatea adını verdiği yapıtını canlandırır. Pygmalion ve Galatea büyük bir aşkla evlenirler. Bu romantik öyküyü ele alan Shaw ataerkil /kapitalist bir toplumda kadın ve alt sınıfın nasıl köleleştirildiklerinin yanı sıra, sınıfsal ayrımın insanlar arasında ne denli uydurma ve gereksiz bir şey olduğunu gösterir. Tahmin edilebildiği gibi romantik öykü orta sınıfı temsil eden seyirciyi aldatarak tiyatroya çekmekte, onları, sınıf ideolojilerine ve anlayışlarına tamamen aykırı düşen fikir ve görüşlerle tanıştırmaktır. Ancak, insanların aşk konusundaki iyimserlikleri ve ciddi bir oyun karşısında düşünmektense kolaya kaçmayı tercih etmeleri, Shaw’ın bu planını, oyunun her sahnelenmesinde bozmaktadır, çünkü seyirci solcu siyaset yerine romantik olasılıklara önem vermiştir ve oyunda bağımsızlığını kanıtlayan kadın kahramanı ataerkil toplumu temsil eden kahramanla evlendirme çabasındadır. Bu tutum Shaw’u çıldırtır çünkü bu evlilik düşüncesi, oyunda geliştirilen bağımsızlık, eşitlik ve bireysellik söylemini tümüyle yok etmektedir. 

THE POLITICAL AGENDA OF GEORGE BERNARD SHAW’S PYGMALION: A ROMANCE IN FIVE ACTS

George Bernard Shaw’s Pygmalion (1912) is a play written at the onset of modernism, when the majority consensus declared didacticism obsolete. Shaw, as well as being productive in a variety of literary genre, was also an active socialist, vocal in political theory who chose to focus on perennial issues of class, women’s emancipation and working class autonomy; all of which, in Pygmalion, pivoted around the premice of individuality and a perverse didacticism. For Shaw didacticism was neither outdated nor inappropriate as a technique: the theater, he believed, need not be a place of mere entertainment, but could rise to the challenge of generating political awareness and altering even deeply entrenched dogmatism. Hence, in Pygmalion, one of his most intensely didactic plays, Shaw entices a middle-class audience with the promice of “Romance” but subsequently entraps them within a contentious socialist debate. The play is inspired by an ancient Greek myth: Pygmalion, is a sculptor devoted to his art and the pursuit of perfection, to the extent of rendering him incompatible with women. One day he sculpts a female form so lovely that he falls hopelessly in love with it. The Goddess sees Pygmalion’s devotion and taking pity on him breathes life into the creation he has named Galatea, so that eventually they are united in marriage. Shaw takes this romantic tale and uses it to depict female and lower class enslavement by a capitalist/patriarchal society, arriving at the blatant deduction that the the class system is both arbitrary and wholly redundent. In practice, however, the prospect of a ‘love story’, inspite of the seriously political content, proved to be a pull too great so that audiences, much to Shaw’s dismay, were swept along by a clichéd anticipation of romantic attachment rather than intellectual speculation as to the nature of liberté and égalité. Hence inciting an imagined marriage between patriarch and underdog and thereby putting pay to any hope of burgeoning individuality and social autonomy.