Taner Tatar, Matem: Sömürgeciliğin Sosyolojisi, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2018, 176 s.

Aydınlanma Çağı, insana dünya tarihini yönlendirmede itici misyonu vermeyi vadetti. Buna göre insan, aklını kullanıp öznesini rasyonelleştirdikçe ergin olamama durumundan kurtulacaktı ve aklını kullanma cesareti gösterecekti. Bu bağlamda rasyonel olmaya yüklenen anlam, insanlığın yıllardan beri düşlediği dünyanın sonunda kapılarının aralanmasıydı. Aydınlanma Çağı ile birlikte akla iki yönlü bir fonksiyon biçilmişti. Buna göre akıl, bir yönüyle yapıları ve dogmaları sorgulayıcı bir işleve sahipken diğer işlevi ise bu sorgulamalar üzerine sonuçlar çıkarmak ve yasalar koymaktı. Aklın birinci yönü, sorgulayıcı tarafını temsil ederken diğeri ise araçsal aklın kendisiydi. Aydınlanma boyunca bu iki işlevini birlikte götüren akıl, yirminci yüzyılda parçalanmış, modern toplumsallıklarla çökmüş ve geride aklın sadece araçsallığı kalmıştı. Artık akıl yalnızca verili olanın kategorize edilmesi, işlevlerinin ayrıştırılması ve betimlenmesine hizmet etmeye başlamıştır. Sanayileşmeyle zenginleşen Avrupa, refah seviyesini yükselttikçe dünya üzerindeki baskısını ve hegemonyasını arttırmıştı. Böylece 17. yüzyıldan itibaren dünya tarihi, Avrupa ve onun dışındakiler diyalojisinin bir tarihine dönüşmüştür.