İslamofobi: Batı’nın “Karanlık Tarafı”nın Bir Yansıması

Günümüzde insanlar daha önce hiç olmadığı kadar birbiriyle irtibatlı hale gelmiştir. Bazıları bu ortak beşeri durumu son derece olumlu karşılarken çok sayıdaki diğer bazıları da kendi etnik gruplarına, milliyetlerine ya da dinlerine yapışıp kalmaktadır. Sa dī-i Şīrāzī’nin (ö.1292, Şiraz) şu şiirini hatırlamak yerinde olur: İnsanlar bir bedenin azaları gibidir, bir özden ve bir candan yaratılma. Bir uzuv ağrırsa, diğeri de fena halde burkulur. Beşeriyetin acısına aldırmazsan, beşer adını taşımaya layık olmazsın. Bu makalenin konusu olarak İslamofobi, beşeriyet dendiğinde dünya nüfusunun beşte birini inkâr eden bir hastalıktır. Bu hastalık, gerçekte var olmayan bir şeye/birine yönelik temelsiz bir korkuyu ifade eden bir fobiye tekabül etmektedir. Bu hastalık, “düşman olarak öteki” oluşturmak amacıyla kullanılan bir psikolojik yansıtma durumu ihtiva etmektedir. Böylesi bir teşebbüs, siz bu makaleyi okurken dahi kırmızı alarma duyarlı nükleer silahlar dikkate alınırsa, ölümcüldür. Bu bağlamda, İslamofobinin nasıl olup da hepimize acı verdiği açık bir şekilde anlaşılabilmektedir. Bu makalenin yoğunlaştığı nokta, İslamofobinin erken bir dinikültürel düşmanlık belirtisinden nasıl gelişip medya aracılığıyla bir virüs gibi yayıldığı konusudur. Şunu iddia etmekteyim ki bu olgu, Hıristiyan dünyanın/Batı’nın karanlık tarafının İslam’a/Müslümanlar’a yansıtılmasını ihtiva eden psikolojik bir savunma mekanizmasıdır

___