“İsveç ve Finlandiya Krizinin” Gölgesinde NATO Zirvesine Doğru Prof. Dr. Özgür ÜNAL ERİŞ ile Söyleşi

Prof. Dr. Özgür ÜNAL ERİŞ- Zaten buna Rusya Ukrayna Savaşı’nın ne kadar önemli olduğundan ve özellikle son dönemlerde uluslararası sistemi dönüştürücü bir özelliği olduğundan bahsederek başlamak lazım. Bu noktada dönüştürücü özellik derken tabii bazı uluslararası organizasyonları da dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Yani bunlardan biri NATO, diğeri de aslında Avrupa Birliği. Peki NATO’yu nasıl dönüştürdü? Aynen sizin de söylediğiniz gibi ve evet Macron’un da belirttiği gibi NATO’da beyin ölümü denilen biraz daha yavaş moda geçtiği bir dönem içerisindeydi. Çünkü Soğuk Savaş'tan sonra askeri tehditler yerine askeri olmayan tehditler ön plana gelmişti. Örneğin etnik bazı sıkıntılar; özellikle etnik savaşlardan ve sivil savaşlardan kaçan göçmenlerin yarattığı güvenlik krizleri, terörizm, siber ataklar gibi… Açıkçası bütün dünya güvenlik tehdidi denildiğinde bunları anlıyordu. Bu durumda NATO'nun da o soğuk savaş sırasında askeri tehditlere karşı kurulmuş olan misyonu tabii ki biraz yavaşladı. Fakat artık Rusya Ukrayna Savaşı’nda gördüğümüz üzere bu askeri tehditler hala devam ediyor. Burada askeri tehditten kasıt bir ülkenin başka bir ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne direkt orduyla, askerleri ile saldırması anlamındadır. Şimdi bu durum tekrarlandığı için demek ki askeri tehdit kavramı hala gündemde ve devam ediyor. O yüzden de askeri tehditlere karşı kurulmuş olan NATO'nun da önemi bir kez daha karşımıza çıktı açıkçası. Çünkü Rusya çok büyük bir güç; yani tabii ki Ukrayna Savaş’ına baktığımızda aslında tahmin ettiğimizden daha zayıf bir güç gibi de görünüyor ve konvansiyonel açıdan evet NATO'nun askeri güçlerinden gerçekten daha zayıf askeri güçleri var ama her şeyden önce nükleer bir güç. Dolayısıyla bu kadar büyük ve agresif davranabilen bir ülkenin karşısına caydırıcılık rolünü daha iyi bir şekilde uygulayabilmek için nükleer gücü de olan, NATO gibi askeri yönden son derece kuvvetli ve nükleer silahları da olan ülkelerden oluşan bir topluluğun çıkması lazım. Bu noktada, NATO'nun daha da önemli olduğunu ve kuvvetlendiğini tabii ki İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularından da anlıyoruz. İsveç ve Finlandiya tarafsız ülkeler; İsveç 1812’den beri tarafsız, Finlandiya ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tarafsızlığını ön plana koymuştu. Bu tabi tarafsızlıklarını sadece NATO gibi askeri bir örgüte üye olmamaktan, tercihlerini bu yönde kullanmaktan kaynaklanıyor. Yoksa her iki ülkenin de orduları gayet gelişmiş, silahlanma sistemleri de var ve aslında NATO’yla da bazı askeri operasyonlara da katılıyorlar. Fakat dediğim gibi, tercihleri tarafsızlıktan ve NATO’ya üye olmamaktan yanaydı. Ancak şimdi görüyoruz ki üyelik başvurusunda bulundular ve arkalarına da önemli derecede artan bir kamuoyu desteği aldılar. Örneğin Finlandiya’da NATO'ya üye olmak isteyen kamuoyunun oranı şu anda yaklaşık %80’lere kadar varmış durumda; bu durum daha öncelerde %30’lardan %60’lara ve 2014 yılında Kırım’ın ilhakından sonra ise bayağı bir arttı. İsveç'te ise kamuoyu desteği %60-65 civarlarında seyrediyor. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda NATO'nun eski cazibesini yeniden yakaladığını ve özellikle de kendini Rusya karşısında tehdit altında hisseden ülkeler için caydırıcı olabilecek ve ayrıca onların kendilerini güvende hissedebilecekleri bir organizasyon halini yeniden teyit ettiğini söyleyebiliriz.