Katolik Kilisesi’ndeki İbn Rüşd Mirası

Postmodern Batının son yıllarda pozitivist önyargılardan sıyrılarak yeniden ele aldığı Ortaçağ düşüncesinin, makul değerlendirmelere konu olduğunda aslında rasyonalitenin en keskin kullanımlarını içeren bir serüven olduğu görülür. Bu yapıyla teorik ve pratik olarak yetkinleşmek Ortaçağda hikmetin biricik gayesiydi. Bu teorik ve pratik uğraşı kadar onu gelecek nesillere aktarmak da hikmetin gereklerinden birisiydi. Nitekim hikmet, Antik Yunan’dan Helen şarihler aracılığıyla Müslümanlara, oradan Ortaçağ Hıristiyan düşüncesine ve nihayet Rönesans’a uzanmıştır. Sözkonusu kolektivist paradigmanın heterojen bir yapıda olduğunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü bir düşünce, zihnin anlamlandırma modlarını kodlayan kültürün ürünüdür. Örneğin 9. yüzyıldan İbn Rüşd’e kadar İslam filozofları Aristo felsefesine -Yeni Eflatuncu ve Stoacı unsurlarla birlikte- öznel, İslamî bir form kazandırmışlardır ama 12. ve 13. yüzyıllarda gerçek Aristo felsefesi ortaya çıktığında bile Latin Batı hikmete olan katkılarından ötürü Farabi ve İbn Sina’ya teşekkür etmişlerdir. Diyeceğim, kolektivist paradigma, hikmet kimliği sayesinde kültürel birikimleri oradan oraya aktarmıştır. İşte bu etkilerin tespiti, entelektüel karşıtlığı değil, aynı türden ama küresel boyuttaki çıkmazları çözme konusunda hikmetten pay almış pozitif bir geleceğe kelebek etkisi yapabilir. Araştırmamın amacı, İbn Rüşd ve Thomas Aquinas’ın ortak rasyonalite örneğinde doğu ile batı arasındaki entelektüel ilişkiyi tespit ederek onu birtakım küresel sorunlara yönlendirmektir. Kültür etkileşimi, dinsel değerlerin öne çıktığı Ortaçağda bile olağan bir durumdur. Onlar bunu hikmetle başarmışlardır. Kıtalararası ilişkilerde hikmet kanalında nakledilen şey, akıl ve rasyonal düşünmedir. İnsanlık için bu kavramların içeriklerini doldurmada geç kalmadığımızı umuyorum. Bugün aklın ortak kullanımı sayesinde rasyonel prensiplerle üretilen ortak yaşam alanlarından medeniyetler ittifakına yol almamız mümkündür.

Katolik Kilisesi’ndeki İbn Rüşd Mirası