Gülhane Hatt-ı Hümâyununda Batının Etkisi

Mustafa Reşit Paşa, 3 Kasım 1839'da, sabahleyin evinden çıkarken hane halkı ile helallaşıyordu. O günün akşamı evine sağ salim döneceğinden emin değildi. Giriştiği işte gidip dönmemek ihtimali vardı. Paşa nereye gidiyordu. Uzak ve tehlikelerle dolu bir diyara mı ? Yoksa kendisi hakkında verilecek bir idam hükmünü dinlemiye mi? İkisi de değil; sadece Padişahın tebaasına lûtfettiği, ihsan buyurduğu bir hatt-ı hümâyunu okumıya gidiyordu; işte bu hatt-ı hümâyunun, halkta uyandıracağı tepkiden korktuğu için kuşkulu idi. Mustafa Reşit Paşa, Gülhane bahçesinde, nazırlar, ulema, diğer devlet büyükleri, lonca ve esnaf temsilcileri, yabancı devletler elçileri ve büyük bir halk topluluğu önünde, yüksek bir kürsüden hatt-ı hümâyunu okudu. Bundan sonra, kurbanlar kesildi, toplar atıldı ve şenlikler yapıldı. Bu azametli törenin ertesi günü yemin faslı başladı : devletin büyükleri, başta Padişah olmak üzere, hatt-ı hümâyunun hükümlerine sadık kalacaklarına dair, İstanbul’da, Kur'an'a el basmak suretiyle and içtiler. Sonraki günlerde de, vilayet, sancak ve kaza merkezlerinde meydanlarda halk önünde, bu merkezlerde bulunan devlet büyükleri aynı andı içtiler. Böylece, bu hatt-ı hümâyunla ve hükümlerine sadık kalınacağına dair, törenlerde yapılan yeminlerle Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat devri başlamış oluyordu.