Demokrasinin Performans İmkânı Olarak Çoğulculuk

1990’larda siyasal teoride liberal düşünceler ile komüniteryen (toplulukçucemaatçi) yaklaşımlar arasında o zamana kadar yaşanmakta olan tartışma ve ihtilâfların önemli ölçüde aşılarak, siyasal gündeme “siyasal plüralizm-çoğulculuk” adında yeni bir perspektifin hâkim olmaya başladığına şâhit olunmuştur. Bu yeni durum aslında dünya genelinde yaşanmakta olan daha geniş kapsamlı kültürel, sosyal, moral, felsefî ve entelektüel hareketliliğin siyasal alana yansımasından başka bir şey değildi. “Tanınma siyaseti”, “çok-kültürlülük”, “çok-kültürcülük”, “farklılık siyaseti”, “kimlik siyaseti”, “çoğulculuk” ve “farklılık” gibi adlar altında anılan ve tartışılan bu yeni olgu, Will Kymlicka’nın da ifade ettiği gibi, “çağdaş toplumların ayırt edici özelliğinin büyük bir çeşitlilik ve kültürel çoğulluk/çoğulculuk olduğuna”1 işaret etmekteydi. Farklılığa ve hoşgörüye dayalı bir hayat tarzının habercisi olan çoğulculuğun ortaya çıkışı ve başta Amerika ve Avrupa olmak üzere tüm dünyanın entelektüel ve siyasî gündemine esaslı bir şekilde girişi, kendisiyle eş ve/veya yakın zamanlı olarak meydana gelen bir dizi olgu ve gelişmeyle bağlantılıdır.