HOCAM’I HATIRLIYORUM…

Öz mekanı cennet olsun) Hanımefendi dersi bütün zarafeti ile yürütmeye çalışıyordu. Bu süre zarfında yaptığımız tek şey elifba temrinleriydi, ancak henüz bir arpa boyu yol alamamıştık. Âdeta bir eğlenceye gider gibi derse giriyor, yeni öğrenmeye başladığımız Arap harflerinin her birini bir şeylere benzeterek başımıza geleceklerin farkında olmaksızın gülüp eğleniyorduk. Hocamız harflerin yazılışı, bitişmeleri, sesli-sessiz harf tablolaları gibi pek çok temrini bizleri tahtaya kaldırarak yürütüyordu. Bir de derslerin hemen hemen yarısını kapsayan defter ve vazife kontrollerini de unutmamalıyım. Velhâsıl gürültü ve şamatadan başka bir şey edinemeden derslerden ayrılıyorduk. Aldığımız duyumlara göre Hüseyin Ayan Hocamız gelince Halide Hocamız gramer bilgilerini vermeye devam edecek, hocamız ise okuma ve yazmamızı denetleyecekti. Bir gün korkulan oldu ve beklenen hoca derse geldi. Hoca ile ilgili ilk intibaım onun anlatıldığı gibi biri olmadığıdır. Sınıfa girince hepimiz ayağa kalktık, bizi nazik bir el hareketiyle oturttu. Hepimiz dikkatle kendisini izliyorduk. Uzun boylu, mavi gözlü, kır saçlı dinamik ve güleryüzlü bir kişiydi. Lafı çok uzatmadan kısaca bir şeyler söyledi ve hemen derse geçti. Biz merhum Prof.Dr.Faruk Kadri Timurtaş’ın Osmanlıca kitabını takip ediyorduk. Bizlerden kitabımızın ilk okuma metni olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirini açmamızı istedi. Sınıfta bir uğultu koptu, çünkü bu metnin kitabın neresinde olduğunu eski öğrenciler hariç hiçbirimiz bilmiyorduk. Hepimiz birbirimizden kopya çekerek gayr-i ihtiyarî kitabın arkasına gittik. Bize hiç bir şey söylemeyen eski harfli bu mısralar âdeta kâbusumuz oldu. Hocamız büyük bir kararlılıkla ilk sıradan başladı ve sırası gelen herkese -önce bir mısraı kendisi okumak kaydıyla- metni baştan sona okuttu. Hepimiz şaşkınlık içindeydik. Metnin okunması bitince 100 kişilik Ali Nihad Tarlan dersliğinin pencere tarafından mânâlı bir ses yükseldi: “Beyler Hanımlar pek güzel okuyorsunuz” dedi. Bunun bir istihza olduğunu tabii ki hepimiz biliyorduk, birkaç kişi istisna bizler arap eifbasını ilk defa burada görmüştük ve daha önce bu harflerin bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşturabileceğini de hiç düşünmemiştik. Gerçeği söylemek gerekirse okuduğumuz mısraın içindeki her hangi bir kelimenin varlığı da bizim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Arkadaşlarımızdan hocayı önceden tanıyanlardan biri şaka yollu; “Hocam biz bugüne kadar hep yazdık, hiç okumamıştık” dedi. Hoca mavi gözlerini kısarak mânâlı bir gülümsemeyle bizlere baktı ve “ teneffüsten sonra onu da deneriz” dedi ve sınıftan çıktı. İkinci derse tam zamanında gelen hocamızın elinde bir top teksir kâğıdı vardı ve kâğıtları süratle bizlere dağıttı. Hepimizin artan şaşkınlığı devam ederken, kâğıdımızın sağ üst köşesine adımızı, soyadımızı, numaramızı, bölümümüzü ve dersin adını eski harflerle yazmamızı istedi. Bir süre sabırla bekledi ve ardından; “Yazın bakalım: Han Duvarları” dedi ve ardından beş altı mısraı tekrarlayarak yazmamızı istedi. Sonra da kâğıtları dağıttığı süratle bizlerden topladı. Gelecek haftaya vazifemiz bu metnin ilk iki